Dergimizin yeni sayısıyla karşınızdayız.
Geçen sürede değişen çok şey olmadı. “Güneşin altında yeni bir şey yok” ifadesinin buruk halini yaşamaya devam ediyoruz. Türkiye’de işler nispeten daha olumlu görünmekle birlikte düzeltilecek çok sayıda koşul olduğu da açıktır. Nitekim yaşamakta olduğumuz sosyal hadiseler çok boyutlu olarak izaha muhtaçtır. Değişen toplumsal yapı, dijitalleşen dünya ve artan tüketim talebi, beraberinde çözümü zor çatışmaları da yaratmaktadır.
Öte yanda yakın coğrafyamızda devam eden saldırılar, iç kargaşa ve çatışmalar soyo-politik olduğu kadar derin ruhsal sorunlar da yaratarak, patolojik haller yaratmaktadır. Özellikle İsrail tarafından Filistin ve Lübnan’a yapılan saldırılar bölgesel yayılma eğilimi gösterirken, küresel politik sonuçlara da yol açmaktadır. Doğal olarak gelişen yeni dengeler kendi bağlamında zorunlu olarak yeni paktlar da yaratmaktadır.
Sosyal gerçekliğin doğası gereği taşıdığı karmaşıklık, anılan tüm bu hadiselere farklı pencerelerden bakmayı zorunlu hale getirmektedir. Yaşamın zorladığı pragmayı koruma ve hayatı idame ihtiyacı siyasal karar alıcılar açısından izahı zor karar ve uygulamaların kapısını aralamaktadır. Nitekim Türk siyasetinde yaşanan mücadelenin, karşıt kutupların birbirlerini hedeflemelerinden ziyade, fragmantasyon siyasetinin zorlayıcı dilini sürüme aldığını göstermektedir.
İşsizlik, hayat pahalılığı, sağlık ve eğitim hizmetleri gibi sosyo-ekonomik sorunlar çözüm beklerken, iktidarı koruma refleksi ve iktidara gelme arzusu, rasyonel olmayan daha çok post-hakikat siyasetin temel argümanları olan sahici olmayan duyguların ifadesi olarak, siyaseti yeniden şekillendirmektedir.
Özellikle Avrupa ve ABD eksenli olarak gelişen bu yeni siyaset tarzı, sorunları çözmekten ziyade duygusal gerçek-dışıyla olanı görünmez kılma veya olmayan sorunları yine aynı beceriyle varlık sahasına sürme olarak değer bulmaktadır. Bu bağlamda gelişen post-dijital değerler bazı olumlu veçhelerine rağmen gerçeği tahrip etme, maddi ihtiyaçları yokmuş gibi sunma ve sadece “özlü söz”ün inisiyatifine bırakma gibi eğilimler taşımaktadır.
Basitçe ifade etmek gerekirse çeşmede akmayan suyun, yürümeyen trenin, toplanmayan çöpün veya sunulmayan sağlık hizmetinin “yokmuş” gibi kabul edilerek yürütülen yerel ve küresel siyasetin bu manada maddi gerçeklik karşısında iflas etmesi kaçınılmazdır. Ancak süreç içinde ertelenen ve ertelenmekte olan sorunların ödettiği ve ödeteceği yüksek maliyetin de kaçınılmaz olduğu aşikârdır.
Savaşsız, verimli, özgür hayatların yaşanması dileğimle iyi okumalar diliyorum.
Prof. Dr. Alim Yılmaz
Editör